Dün Matrix 2’yi izledim, diyor ki; “Burada olmamızın sebebi de; kurallara karşı gelmemiz.” Bu sözden sonra farklı bir açı benimsedim. Bunun devamınıda eski düşüncelerim destekledi. Bir inanış sonrasında kuralların gelişi ve kuralların insan ilişkilerini ciddi ölçüde etkilediği yönünde kolayca kanıtlanabilir bulgular saptadım.
Dinen kapanmış bir kimsenin, eşi hariç herkese tecavüzcüymüş gibi bakması, bunu göstermek istemese bile yansıtması, kapanış sebeplerinin siyasi yönde olması, çok sorgulanacak bir durum. Kapanmanında getirisini düşünürsek, çölde öldürücü bir sıcağa sahip olmadığımız için evrensel köy halkımız gibi kapanabilirler. Ama o bir tarz, ayrıca faydalı yönleride var; uzun saçların toplanması veyasında yemeğe düşmemesi için. Yani zorluk çıkartan bir şey değil. Bir inancın zorunlu kılışı değil. Bunun aynısı göstericiliği-teşirciliği seven kişiler, yani dar veya olay anı için gerekli görülmeyen şeyler giyen kesim içinde geçerli. Onlarında hayat kavramı sorgulanabilir. (Kadın-Erkek diye ayırt etmiyorum yanlış anlamayın lütfen.) İnsanların role girmesi hoş bir şey. Ama her zaman hakikat dışında bir hareket söz konusu olacaksa, ve ömrün değerli zamanı öyle geçirilecekse bu durum pekte hoş değil. Ben dışarıda sıkı sıkı şeyler giyenlerin hiç rahat veya içten mutlu olduklarını sanmıyorum. Cinselliği hatırlatmak güzel midir, daha saf güzellikler varken. Birilerini rahat olamadığınız bir karakter ile etkilemek doğru mudur. Hergün eşiniz veya akrabalarınız yakınlarınız sizi o sıkı giysilerlemi görüyor. Eve misafir gelirken bile değişiklik gösteriyorsanız gerginlik varsa üzerinizde bunlar hep üzücüdür benim için. Ben bunu anlatmaya çalışıyorum. Ama asıl meseleye dönersek ibadet edilmediği takdirde öbür tarafta acı çekileceğide bir acı durumdur.
Ben şimdi bir
kimsenin sevgisine inanırsam, ve oda bana inanırsa, zaten günün birinde
öleceğimiz için Leyla ile Mecnun olup ikimizinde kavuşmak için yollara
düştüğünü hayal edelim. Ben Tanrı’ya onun gösterdiği şekilde inanmadığım,
namaz-oruç-abdest vs diğer ibadetler gibi, onların yerine kısıtlı vakti daha güzel
değerlendirmeyi seçtiğim için ve “İslam görüşüyle” ondan daha çok bir şeyi sevdiğim
için onu yok edeceği gerçeği, acımasızca geliyor. İyiliğin temsilcisinin böyle
yapması mantıklı değil. Böyle inanmakta doğru değil. Tanrı’yı ben öyle
görmüyorum. Bize bir hayat sundu, ve bunu istediğimiz gibi yaşarız. Onada
teşekkür ederiz, nefret etmeyiz. Tanrı’nın krallığı içimizdedir demiş İsa,
cennet var veya yok bu bilinmez. Ama bir Tanrı var ve ona teşekkürlerimizi
zaman kayıplarıyla örtüştürmek doğru değil. Ben dini inanışları yerine
getirdiğim için seviliyorsam ki, “getirdiğim halde” sevilmediğim ve sert
çıkışanlarda oldu. İlaç almış kadar huzura kavuşamıyorsak, ve kötüler halen
hükmediyorsa dünyaya, bunun bir bağlantısı yoktur. Kötülüğü sessizlikle yok edemeyiz.
Kapitalizmi düşünün, herkes bir olup eylem yapsa, çalışmayı bıraksa düzen çökecek. Ama kimse yeltenemiyor vede ortak olamıyor. Bunu anlayamayanlarda kötülüğe bilinçsiz ortak oluyor, boyun eğiyor. Bir kasiyeri veya bir bekçiyi hayal edin, kötülük işlenecek ihtimaline karşı orada zamanları ölüyor.
Evimizin yanı başında bir tarla olduğu sürece herkes kendi ektiğini biçip yiyebilir. Günümüz teknolojisiyle herkese ücretsiz kolayca minik evler yapılabilir. Doğa ve Tanrı’yla iç içe olunmalı. Gülmeye, iyiliğe ve mutlu olmaya odaklı bir dünya istiyoruz sadece. Var olan kötülükler yeterince zaman öldürüyor, bide bunun üzerine inancın kuralları olmamalı. Bizim inanış biçimimizde bir din olarak görülebilir. Belki Sevgizm denir, bilemiyorum. Tefsiri veya benzeri olarak Agnostik Teizm en yakınıdır. Ama tek kuralı sevgidir.Ben buna inanırım ve hani hayatımızı kontrol edebiliyor mu bunada değineceğim, bir Deist değilim. Terk ettiğini düşlemek istemem. Ama üç büyük dinden birisine mensup olmak, sadece evlilik sonrası gelen katı kurallar anlamına geliyor benim için. Bir tekim filozof insanlar mutluluk formülünü yazmış, ve bu mottoyla ilerlemek istemişler öyle görürüm. Dünyaya ceza çekmek için mi yollandık kimse bilemez. Belki de evrimleştik ama bu yinede bir Tanrı’nın olmadığı anlamına gelmiyor.
İstanbulu ele
geçirmek. Şimdi ben bana kavuşmak isteyen bir kişinin sevgisine inanır, yani
kendimden çok bir başkasının beni sevdiğini bilirsem onada aynı sevgiyi beslerim.
Ve bütün engeller yok olur öyle değil mi. İstanbul veya bir başka hedef nokta,
orayı almak sevgiye bağlıdır. Ve bunu sevgiye inanan herkes yapabilir. Şu an
bütün Dünya dini inançsız olsaydı, sadece para ve insani duygu olan; vicdan konuşuyor
olsaydı. Amerika yine paranın peşinden koşuyor diyelim, ve lider olmak için ona
engel olan herşeyi yok edecekti, fakirleştirecekti düşmanını. Zamanla diğer
ülkeler aralarında vicdan yapacak, ve doğru olan bu değil diyecekti. Ama Amerika’da
bunu zaten paraya olan sevgisiyle başardı. İnandıkları Tanrıları 2. sıradaydı.
Sevgi anahtar
kelimedir başarıda. Zanaatkar insanda sevgiyle üretirse iyi işler çıkarır. Şimdi
gerçekten sarılmasını istediğin birisi gelip sana sarılsa, onun sana yaptığı
kötü düşünceleri unutursun. Hiç görüşmek istemediğin insanlarla bile konuşmaya
başlarsın. Garip bir duygu değil mi. Sevgi nefretten daha tehlikeli aslında.
Demek istediğim; “Sevgi, Tanrı’yla aramızda olan tek anahtar”. Tanrı bize mutluluk verebilecek şekilde, istediğimiz gibi hayatlarımızla oynayabilir. Bu ona olan sevgimizle olan bir şey. Ama ona sadece sevgi duymamız gerek, onun gibi düşünmemiz gerek. Onunla aramızı yakın tutacak müzikleri dinlememiz, iyiliklerin, ve eğlencenin el uzatan tarafı olmamız gerek. Ateist insanlarda huzurlu bir hayat yaşıyorlar. Sevdikleri insanlarla sevgi dolular çünkü, veya eşyalara karşı. Yani kısaca mutluluk-başarı kavramı basittir: Sevgi. Ateistliğin öfkeden kaynaklı olduğu doğrudur. Ama Tanrı’nın varlığını kimse bilemez ve mutlak varolduğu gerçeği daha mantıklıdır.
Biz dünyaya turist olarak geldik. Misal bir dine mensupta olsanız turist olarak gittiğiniz ülkedeki farklı bir dinin aktivitelerini denemek istersiniz. Çünkü onların mutlu olduklarını ve sizede mutluluk vereceğini düşlersiniz. Gerek okşar, gerek boyar, gerek çizersiniz. Ama burada unutulmayacak şey turist olduğumuzdur. Oradaki tatil zamanıda kısıtlıydı, ömrünüzün geri kalanı gibi. Peki oradaki mutluluğa sahip isek, neden onlara ön yargıyla yaklaşalım. Misal birisi, sizin riskli bir yolculuğa çıkacağınızı görüp endişelenir; çok sevdiği kolyeyi, uğur getireceğine, koruyacağına inandığı şeyi verebilir. İnşallah sağsağlim varırsın veya Tanrı, Doris(Deniz Tanrıçası) seni kutsasın, korusun derse, ona olumlu şekilde cevap verilmesi gereklidir. Çünkü sevgisini bahşeder, bizim yaşamamızı ister. Bundan daha güzel bir duygu olabilir mi. Olay sadece sevgiden ibaret. Asyaya hiç peygamber gelmedi, ama filozofi felsefeleri çokca ileri gitti ve zeki çalışkan insan olarak çıka geldiler. Onlardaki inanç; minimalizm, sadelik, kolaylık, özgürlük, doğaya dost olmak ve huzur demekti. Bunları bir yaşıyorlar, sözde kalmıyor hiç bir şey. Ve çok mutlular. Her bir insan huzuru budizmde bulabilir miyim acaba diye düşler. Bunu söyleten şey ise o kimselerin huzurlu, çok güzel işe yarar sağlıklı(hem bedenen hem psikolojik açıdan) geleneklere sahip olduğunu bilmemiz.Bir diğer bakış açımızda öbür tarafta yalnızca cennetin varolduğudur. Her bir Dünyalı mutluluğu ararken yanlışa düşüyorsa, cehennemide hak etmiyor demektir. En kötüsünde bile bir mutluluk kavramı vardır. Vicdanını okşayacak bir şeyler bulunur. Lenin, Beethoven'ın “Appassionata” eseri için ne dedi biliyor musununuz; "Bunu dinlemeye devam edersem devrimi tamamlayamam". Bu müziği dinlemiş biri kötü bir insan olabilir mi? Bunun gibi bir çok argüman vardır hepimizin içerisinde.
Bazı Dialoglar
Yorumlar
Yorum Gönder